Moda dünyasında “haute” kelimesi her zaman prestijle, zarafetle ve yüksek standartlarla özdeşleşti. “Haute Couture” deyince akla saatler süren el işçiliği, sürdürülebilirlik iddiası, estetik bir felsefe gelir. Ancak son yıllarda bu asil kelimenin farklı bir biçimde kullanıldığını görmeye başladık: Haute-washing.
Tıpkı “greenwashing” gibi, haute-washing de markaların olduğu gibi görünmek yerine, görünmek istedikleri gibi sunulması pratiği. Yani gerçekte sürdürülebilir ya da etik olmayan bir markanın, pahalı defilelerle, ünlülerle ve lüks estetikle kendini “yüksek moda” alanında konumlaması. Gerçek lüksle alakası olmayan bir illüzyon bu. Ve evet, bu da bir “sanat” haline geldi—ama ne yazık ki aldatmanın sanatı.
Pretty Little Thing ve Haute-Washing’in Son Perdesi
Mart ayında gerçekleşen Pretty Little Thing’in (PLT) yeniden lansman etkinliği, haute-washing kavramının adeta canlı bir örneğiydi. Marka, 2012'deki çıkışından bu yana “en iddialı değişimi” duyurdu. Yeni logo, yeni kampanya, kırmızı halıda yürüyen yıldızlar, süslü konuşmalar... Ancak içerik hâlâ aynıydı.
Yani vitrin değişti ama raflar aynı kaldı.
Örneğin etkinlikte tanıtılan ve 70 sterline satılan bir elbise; %73 Polyester, %22 Rayon, %5 Elastan içeriyordu. Yani aslında neredeyse tamamen plastikten oluşuyordu. Bu, sürdürülebilirliğe göz kırpan bir görsel estetiğin arkasında saklanan hızlı moda gerçeği. Markanın, yıllardır çevresel ve etik uygulamaları nedeniyle eleştirildiği zaten biliniyor. Good Shopping Guide’ın değerlendirmelerine göre PLT, çevre, hayvan refahı ve insan hakları kategorilerinde sürekli olarak düşük puanlar alıyor.
Yani olay şu: Bu bir lüks markası değil, ama öyleymiş gibi davranıyor. PLT, kendi kökenlerini inkâr etmiyor belki ama üzerini kalın bir PR makyajıyla kapatıyor.
Yeni Çağın Moda Silahı Ünlüler ve Görsel Algı
Haute-washing’in en etkili aracı ise ünlüler. PLT'nin etkinliğinde birinci sınıf isimlerin kırmızı halıda boy göstermesi, markayı anında bir “yüksek moda” markası gibi sunuyor. Bu, izleyicinin bilinçaltına oynayan stratejik bir illüzyon. Eğer o elbiseyi tanınmış bir yıldız giyiyorsa, biz de onu daha değerli zannediyoruz. Üretim koşullarını, malzeme içeriğini, doğaya ve işçilere etkisini göz ardı ediyoruz.
Moda dünyasında bu tür görsel manipülasyonlar yeni değil ama haute-washing’in yükselişiyle birlikte daha sistematik hale geldi. Artık sadece ürün değil, marka imajı da bir “ürün” olarak yeniden tasarlanıyor.
Gerçek Sürdürülebilirlik Nerede?
Moda yalnızca dış görünüşle ilgili değil; değerlerle, sistemle ve sorumlulukla da ilgili. Haute-washing gibi uygulamalar, sektörün şeffaflık ve etik dönüşüm yolunda ilerlemesini geciktiriyor. Özellikle genç tüketiciler için parıltılı kampanyaların ardındaki gerçeği görmek giderek zorlaşıyor. Ama bilinçli bir moda takipçisi olmak tam da bu noktada başlıyor. Etiket okumak, malzeme sorgulamak, markanın vaatlerinin ötesinde geçmişine göz atmak…
Gerçek anlamda şık olmak, sadece iyi görünmek değil; neyi neden giydiğini bilmekle başlıyor; aynı zamanda her açıdan iyi hissettirmekle. Giydiğiniz kıyafetin kime, neye ve nasıl mal olduğunu sorgulamak, belki de bu çağın en şık hareketi.
Haute-washing'in büyüsüne kapılmamak bir duruş. Moda dünyasında hâlâ etik olmanın zarif bir yolu var. Ve bu yolu seçmek, bugünün en güçlü stil ifadesi olabilir.
Yorumlar