top of page

Sex and The City ile Zamansızlığın ve Sürdürülebilir Stil Anlatısının 30 Yıllık Hikâyesi

  • Yazarın fotoğrafı: BiModaHayat
    BiModaHayat
  • 27 Ağu
  • 6 dakikada okunur

New York’un parlak ışıkları altında, Carrie Bradshaw’ın kaleminden dökülen satırlar yalnızca aşk, ilişkiler ve şehir hayatını değil, aynı zamanda modanın zamansız ruhunu da anlattı. 1998’de başlayan ve And Just Like That… finaliyle yaklaşık 30 yıl süren bu yolculuk, sadece televizyon tarihine değil, moda tarihine de unutulmaz izler bıraktı.


ree

Moda Üzerinden Yazılan Kültürel Bir Manifesto

Sarah Jessica Parker'ın hayat verdiği Carrie Bradshaw, Charlotte York, Miranda Hobbes ve Samantha Jones’un stil yolculukları, yalnızca dönemin trendlerini yansıtmakla kalmadı; zamansız parçaların gücünü, bireysel stilin özgürleştirici yanını ve kadınların moda üzerinden kendi hikâyelerini kurabilme potansiyelini de gözler önüne serdi.


İzleyici için bu dizi, yalnızca bir televizyon yapımı değil, adeta yaşayan bir stil ansiklopedisi oldu. Moda haftalarını takip etmeyen ya da lüks markaların vitrinlerini dolaşmayan milyonlarca kadın, Carrie’nin köşe yazılarıyla paralel ilerleyen kostüm seçimlerinde kendi hayatına dair izler buldu. Bir kadın için dolap, yalnızca kıyafetlerin saklandığı bir alan değil; kimliğini, hayallerini ve hatta kırılganlıklarını sergilediği bir kültürel sembole dönüştü.


Markalar içinse Sex and the City eşsiz bir vitrin işlevi gördü. Dizinin ilk sezonlarında Carrie’nin kolunda beliren Fendi Baguette, bir bölüm yayınlandıktan sonra satış rekorları kırarak “it bag” kavramını yeniden tanımladı.


Sarah Jessica Parker - Fendi Baguette çantası ile
Sarah Jessica Parker - Fendi Baguette çantası ile

Manolo Blahnik topuklular ya da Dior’un gazete desenli elbisesi gibi parçalar, podyumdan çıkıp bir anda gündelik sohbetlerin konusu oldu. Moda evleri, koleksiyonlarının yalnızca defilelerde değil, Carrie’nin Manhattan sokaklarındaki adımlarında da hayat bulmasını ister hale geldi.


Sarah Jessica Parker - Dior
Sarah Jessica Parker - Dior

Tüketici tarafında ise dizi bir tür moda laboratuvarı işlevi gördü. İzleyiciler, lüks markaları yalnızca erişilmez vitrinler olarak görmek yerine, kişisel stilin parçaları olarak düşünmeye başladı. Carrie’nin vintage pazarından bulduğu beş dolarlık tütüyü Atelier Versace elbiseyle aynı tutkuyla taşıması, kadınlara “yüksek moda ile gündelik parçaları harmanlama” cesareti verdi. Bu da tüketim alışkanlıklarını kökten dönüştürdü: moda artık yalnızca giyinmek değil, bir yaşam biçimini seçmekti.


Öyle ki Sex and the City, 2000 yılında Time dergisine kapak olan ilk dizi olduğunda, başlığa “Who Needs a Husband?” cümlesi eşlik etti. Bu kapak, yalnızca kadınların bağımsızlık arayışını değil, moda aracılığıyla toplumsal rolleri yeniden tanımlama cesaretini de temsil ediyordu. Dizinin giyim üzerinden verdiği mesaj, dönemin kadınları için özgüvenli bir manifestoya dönüşürken, markalar içinse tüketiciyle doğrudan duygusal bağ kurmanın en etkili yollarından biri haline geldi.

ree

Tekrar Kullanımın Estetiği

Bugün sürdürülebilir modanın merkezinde olan kavramlardan biri “re-use” — yani parçaları tekrar tekrar giymek. Oysa Sex and the City, bu yaklaşımı 1998’de başladığı ilk günden itibaren bilinçli ya da bilinçsiz biçimde uyguluyordu. Carrie’nin ünlü beyaz tütüsünü yalnızca açılış jeneriğinde değil, dizinin final bölümlerinde de giymesi ya da efsanevi pembe kürk mantosunu farklı bölümlerde yeniden karşımıza çıkarması, o dönem için radikal bir tavırdı. Çünkü 90’ların ve 2000’lerin başında, popüler kültürde “bir kıyafeti tekrar giymek” çoğu zaman modaya aykırı, hatta sakıncalı sayılıyordu.


Carrie’nin dolabı ise bu algıyı kırdı. Bir gün ikinci el dükkânlardan aldığı vintage parçalarla Brooklyn’de dolaşırken, ertesi gün aynı çantayı Manhattan’daki bir galada taşıyabiliyordu. Fendi Baguette çantası, hem orijinal dizide hem de And Just Like That…’te yeniden hayat buldu ve bir aksesuarın sadece “o sezonluk” olmadığını, yıllar sonra bile kişisel bir imzanın parçası olabileceğini gösterdi.


Carrie, ayakkabılarından broşlarına, hatta Dior’un gazete desenli elbisesine kadar birçok parçayı sezonlar boyunca yeniden giydi. Bu yalnızca bir stil tercihi değildi; modanın döngüselliğini, parçaların yeniden bağlam kazanabileceğini ve tüketimin bilinçli olmasının zarif bir estetik sunabileceğini ortaya koyuyordu.


İzleyici açısından bu tekrar kullanım kültürü, giyimin değer algısını değiştirdi. Bir kıyafeti bir kez giymek yerine, farklı kombinlerle yeni hikâyelere taşımanın mümkün olduğunu görmek, milyonlarca kadına ilham verdi. Markalar içinse bu, parçalarının yalnızca “bir defalık” değil, uzun soluklu bir yatırım olarak algılanmasının önünü açtı.

Kısacası Sex and the City, bugün sürdürülebilir modanın kalbinde yer alan “re-use” kültürünü çoktan sahneye taşımıştı — üstelik bunu öğretici bir dille değil, tamamen eğlenceli, doğal ve stil sahibi bir biçimde yaparak.


ree

Dizinin Sessiz Kahramanları Charlotte, Miranda ve Samantha’nın Stili


Sex and the City denildiğinde akla ilk olarak Carrie Bradshaw ve onun ikonik tütüsü, Manolo topukluları ya da Fendi Baguette çantası gelse de, aslında “tekrar kullanım” estetiği yalnızca Carrie’nin stilinde değil, Charlotte, Miranda ve Samantha’nın dolaplarında da hayat buldu. Dört karakterin stil yolculuğu, modanın farklı yüzlerini yansıtırken aynı zamanda giysilerin “bir defalık” değil, tekrar tekrar farklı bağlamlarda kullanılabileceğini gösterdi.


Charlotte’un gardırobu, klasik ve zamansız parçaların tekrar tekrar nasıl hayat bulabileceğinin en sofistike örneklerindendi. İpek gömlekleri, çiçek desenli elbiseleri ve inci kolyeleri yalnızca tek bölümde görülen aksesuarlar değil, sezonlar boyunca geri dönen kimlik parçalarıydı. Örneğin onun ünlü Ralph Lauren tarzı süveterleri, hem gündüz sahnelerinde hem de akşam yemeklerinde yeniden karşımıza çıkarak “iyi yatırım parçası” fikrini pekiştirdi.


Kristin Davis, Temmuz ayında "And Just Like That..." filminin setinde, 1996'dan kalma eski Givenchy fırfırlı üstünü giyerken görüldü.James Devaney/GC Images/Getty Images
Kristin Davis, Temmuz ayında "And Just Like That..." filminin setinde, 1996'dan kalma eski Givenchy fırfırlı üstünü giyerken görüldü.James Devaney/GC Images/Getty Images


Miranda Hobbes’un gardırobu ilk bakışta işlevselliğe yaslansa da, o da tekrar kullanım kültürünün sessiz temsilcilerindendi. Onu sık sık aynı blazer ceketleri farklı kombinlerle ofiste, mahkeme sahnelerinde ya da arkadaş buluşmalarında gördük. Miranda’nın düz kesim pantolonları ve nötr tonlu kabanları, bir kadının güçlü ve sade bir siluet yaratırken aynı parçayı defalarca kullanabileceğini gösteriyordu.


Samantha Jones’un dolabı ise iddialı olduğu kadar tekrar kullanımın sahneye taşındığı bir alan oldu. Onun cesur renkli elbiseleri, leopar desenli mantosu ve özellikle altın takıları, bir bölümde gece kulübünde, başka bir bölümde ise gündüz toplantısında yeniden karşımıza çıkıyordu. Samantha, aynı parçayı farklı ortamlara adapte ederek “luks moda = bir defalık deneyim” algısını kırdı. 

 

 Vintage ve İkinci Elin Gücü


Orijinal Sex and the City’nin kostüm dahisi Patricia Field, moda tarihine yalnızca yüksek markaları parlatan bir stilist olarak değil, “yüksek ve düşük modayı” harmanlama cesaretiyle geçti. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, halk pazarından yalnızca 5 dolara aldığı tütü eteği Carrie’nin açılış jeneriğine yerleştirmesiydi. Basit bir alışverişin, New York sokaklarının fonunda nasıl kült haline gelebileceğini tüm dünyaya gösterdi. İşte bu an, vintage parçaların yalnızca “ekonomik bir alternatif” değil, bir stil stratejisi olduğunun altını çizdi.


ree

Carrie’nin dizinin farklı bölümlerinde vintage mağazalardan bulduğu çantaları ya da ikinci el butikten aldığı Dior gazetelik çantayı gururla taşıması, modanın “yeni” üzerinden değil, “hikâyesi olan parça” üzerinden de değer üretebileceğini ortaya koydu. O dönemde izleyiciler için belki yalnızca eğlenceli bir detaydı; ama aslında bu sahneler, vintage alışverişin cazibesini milyonlara görünür kılan ilk televizyon anlarıydı.


And Just Like That… dizisinde ise bu yaklaşım daha bilinçli ve sistematik bir boyuta taşındı. Kostüm tasarımcıları Molly Rogers ve Danny Santiago, karakterleri günümüz dünyasında yeniden yaratırken yalnızca lüks markaların yeni koleksiyonlarını değil, ThredUp gibi ikinci el platformları ve özel vintage butikleri aktif biçimde kullandı.


Sarah Jessica Parker (Carrie) , en sevdiği Fendi Baguette çantasıyla Fotoğraf: Getty Images
Sarah Jessica Parker (Carrie) , en sevdiği Fendi Baguette çantasıyla Fotoğraf: Getty Images

Bu yaklaşım, yayın sonrası moda dünyasında gözle görülür etkiler yarattı. Prömiyerden sonraki günlerde, Vestiaire Collective gibi ikinci el moda platformlarında aramalar hızla yükseldi. Özellikle Carrie’nin ilk bölümde giydiği bebek mavisi tek omuzlu Norma Kamali Diana elbisesi için aramalar %900 artış gösterdi.


ree

1970’lerde tasarlanan bu parça, dizinin ardından “Carrie’nin elbisesi” olarak anılmaya başlandı. Bununla birlikte Carrie’nin mor pullu ikonik Fendi Baguette çantası için aramalar %42 yükselirken, Charlotte’un renkli taurillon derisinden yapılmış Louis Vuitton Capucines çantası için ilgi %126 arttı. Aynı şekilde, dizinin ilk sezonundan itibaren SATC ile özdeşleşen Manolo Blahnik ve Christian Louboutin ayakkabılarının aramaları %28, Gucci x Balenciaga iş birliklerine olan ilgi ise %27 oranında arttı.


Charlotte’un yeniden giydiği klasik Oscar de la Renta elbiseleri ya da Miranda’nın tekrar sahneye çıkan Donna Karan blazer’ları da aynı anlatıya hizmet etti. Bu da tüketicinin alışverişi yalnızca bir tüketim eylemi olarak değil, “bilinçli bir seçim” olarak görmesine ilham verdi. Diziyi izleyen birçok seyirci için, ikinci el mağazadan alınan bir çanta artık “ekonomik bir zorunluluk” değil; karakterine, hikâyesine ve sürdürülebilirliğe yatırım anlamına gelmeye başladı.


Vestiaire Collective’in kurucu ortağı ve moda direktörü Sophie Hersan bu trendi şöyle özetliyor: “Carrie Bradshaw, moda üzerinde birçok tasarımcıyla aynı etkiye sahip. Ancak ikonlar zamana ayak uydurmalı ve kıyafetlerinin sadece pahalı olmaktan daha fazlasını ifade etmesini sağlamalıdır. Bugün hem ünlüler hem de toplumumuz, atığı en aza indirmeyi ve kaynakları en iyi şekilde kullanmayı amaçlayan daha dairesel bir moda ekonomisini benimsiyor; sürdürülebilirlik her kadının gardırobunun yeni olmazsa olmazı haline geliyor.”

Bugün vintage ve ikinci el pazarının milyar dolarlık bir ekosisteme dönüşmesinde, Sex and the City’nin yarattığı bu kültürel kaymanın payı azımsanamaz. Carrie’nin beş dolarlık eteğiyle başlayan yolculuk, And Just Like That…’te dijital ikinci el platformlarının görünürlüğüyle birleşerek, modanın döngüselliğini yalnızca teorik bir kavram olmaktan çıkarıp popüler kültürün kalbine taşıdı. 


Carrie’nin 80 bin dolarlık Atelier Versace elbisesinden beş dolarlık tütüsüne, çalınan mor payetli Fendi’sinden yeniden karşımıza çıkan Manolo Blahnik topuklularına kadar her parça bir hikâye taşıyor. Bu hikâyelerin gücü, modanın yalnızca “yeni olanı almak” değil, aynı zamanda “anı ve duyguyu yeniden yaşamak” olduğunun altını çiziyor.


Sarah Jessica Parker - Fotoğraf: Getty Images
Sarah Jessica Parker - Fotoğraf: Getty Images

Sürdürülebilirlikten Kültürel Etkiye

Bugün ikinci el ve vintage moda, global lüks pazarının büyüyen segmentlerinden biri. Ancak Sex and The City çok daha önce, milyonlarca izleyiciye sevilen parçaları tekrar giymenin, vintage’i yeniden yorumlamanın ve kişisel stile sadık kalmanın değerini gösterdi.


Carrie Bradshaw’ın mirası yalnızca Cosmopolitan kokteyller ya da Manhattan’ın romantik sokakları değil; aynı zamanda sürdürülebilir stil anlayışının popüler kültürdeki en güçlü temsillerinden biri oldu.

Moda yalnızca kıyafetlerden ibaret değil; geçmişi, bugünü ve geleceği aynı dolapta buluşturabilmek.


Editör Notu

Bugün moda endüstrisi, yıllık 92 milyon ton tekstil atığı üretiyor ve yalnızca ABD’de yılda yaklaşık 11 milyon ton kıyafet çöplüklere gidiyor. Buna karşın ikinci el moda pazarı 2024’te 60 milyar dolar seviyesini aştı ve önümüzdeki beş yıl içinde geleneksel lüks moda pazarından daha hızlı büyümesi bekleniyor.

Sex and The City’nin stil mirası, yalnızca lüks ve ihtişamla değil, aynı zamanda “yeniden giyme” ve “zamansız parçaları sahiplenme” kültürüyle de hatırlanmalı. Carrie’nin tütüsünden Fendi Baguette’ine uzanan bu yolculuk, bugünün sürdürülebilir moda anlayışına beklenmedik bir şekilde öncülük etti.

Belki de en ikonik ders şu: Moda, yeniyi satın almak değil; sevdiğin hikâyeleri, anıları ve kıyafetleri yeniden giymekle zamansız kalır.

 

Yorumlar


Top Stories

1/56
bottom of page