Küresel moda sektörü uzun zamandır iklim taahhütleriyle gerçek emisyon performansı arasındaki uçurumu kapatmaya çalışıyor. COP30 gerçekleşirken bu uçurum artık sadece rakamlarda değil, sektörün geleceğine dair politik mücadelede de görünür durumda. Aynı masanın etrafında toplanan BM Moda Sözleşmesi imzacısı markalar ile Action Speaks Louder, Stand.earth ve Fashion Revolution gibi iklim örgütleri, aynı hedefe, daha hızlı ve adil bir temiz enerji geçişine, işaret ediyor. Ancak iki tarafın yol haritası arasında keskin bir fark var:
Sektör, küresel ve genel ifadelerin yeterli olduğunu düşünürken, STK’lar tam tersine, bu yaklaşımların artık sonuç doğuramayacak kadar soyut kaldığını savunuyor.
Özetle, COP30 moda için bir vitrin değil; sektörün hem gücünü hem de sorumluluğunu sınayan bir stres testi niteliğinde.
Moda Sektörü Emisyonlarını Artık Gizleyemiyor
Fashion Charter’ın yayımladığı komünike, yenilenebilir enerjiye geçiş, finansman mekanizmaları ve raporlama zorunlulukları için kamu politikası desteğini talep ediyor. Bu çağrı önemli, ancak sektörün bugünkü emisyon tablosu daha fazlasını gerektiriyor.
Moda sektörünün yıllık karbon ayak izi 944 milyon ton CO2e ile rekor seviyede.
Mevcut büyüme trendi devam ederse bu rakam 2030’da 1,24 milyar tona ulaşacak.
1,5°C sınırında kalmak için sektörün 2030’a kadar en az %45 azaltım yapması gerekiyor; ancak büyük markaların yolu bunun çok uzağında.
Fashion Charter’ın açık mektubu bu başarısızlığı kısmen politika eksikliğine bağlıyor. Zorunlu raporlama olmaması, yenilenebilir enerjiye erişimde zorluklar ve karbon finansmanına sınırlı erişim.
Ancak STK’lar daha net bir gerçekliğin altını çiziyor.
Tedarikçi ülkelerde hedefli politika baskısı olmadan, markalar ne kadar çağrı yaparsa yapsın somut dönüşüm gerçekleşmeyecek.
STK’ların Sert Eleştirisi: “Genel ifadelerle hiçbir şey değişmez”
Kampanya yürütücülerinin ortak mesajı açık:
Moda sektörünün iklim savunuculuğu hâlâ fazlasıyla belirsiz, fazlasıyla diplomatik ve fazlasıyla risksiz.
Eleştiriler üç ana başlıkta toplanıyor:
1. Ülkeye özgü politika baskısının yokluğu
Vietnam, Bangladeş, Çin gibi temel üretici ülkelerde politika değişikliği, birkaç markanın cılız çağrılarıyla değil; güçlü, koordineli ve sürekli savunuculuk kampanyalarıyla mümkün. H&M ve Nike’ın Vietnam’da doğrudan enerji satın alımını (DPPA) mümkün kılan politika için yaptığı lobi buna bir örnek. Ancak bu tür örnekler hâlâ istisna ve büyük markaların yalnızca %7’si yenilenebilir enerji savunuculuğunu şeffaf şekilde açıklıyor.
2. İşçilerin tamamen görünmez olması
İklim krizi en çok tedarik zincirindeki işçileri etkiliyor. Aşırı sıcaklar, sel, tayfun, gıda güvensizliği. Buna rağmen büyük markaların iklim planlarında işçiye yönelik destek neredeyse yok. Stand.earth’ün “Fossil Free Fashion Scorecard” raporuna göre; Büyük markaların hiçbiri, iklim uyumunda işçilere destek için somut kanıt sunmuyor.
İşçi liderliğinde, bölgesel uyum planları, fonlanmış şekilde marka taahhütlerinin parçası olmalı.
Markalar hâlâ “mükemmel politika ortamını” bekliyor. Oysa tedarikçilerin birçok düşük karbon çözümüne, örneğin endüstriyel ısı pompalarına, bugün erişebilmesi markaların finansman desteğine bağlı. Bağımsız gözlemciler, büyük markaların bu konuda hâlâ “seyirci kaldığını” söylüyor.
BM Moda Sözleşmesi Ne Diyor?
Fashion Charter’ın COP30 komünikesi, sektör adına önemli bazı noktaları gündeme getiriyor.
100% yenilenebilir elektrik ve 2030’a kadar kömürden çıkış hedefi.
Tedarikçi ülkelerde PPA mekanizmalarının yaygınlaştırılması (Vietnam örneğini öne çıkarıyor).
Zorunlu iklim raporlaması konusunda küresel standartların desteklenmesi.
Karbon finansmanı araçlarının (yeşil tahviller, insetting vb.) genişletilmesi.
Ulusal iklim planlarında (NDC 3.0) tekstil sektörünün dahil edilmesi.
Bu noktalar önemli ancak STK’lara göre sorun şu:
Bu taahhütler sektörün kendi gücünü kullanmasını değil, hükümetlerin sihirli bir şekilde yolu açmasını bekliyor.
Gerçek Dönüşüm İçin Gerekenler ise Hesap Verebilirlik, Yerel Baskı ve Paranın Konuşması
1. Hedefli iklim savunuculuğu
Moda sektörü; Vietnam, Çin, Bangladeş, Hindistan, Türkiye gibi ana üretim coğrafyalarında enerji politikalarını etkileyebilecek güce sahip az sayıdaki küresel oyuncudan biri. Bu gücün kullanılmaması artık bir ihmal değil, iklim eylemi gecikmesinin doğrudan bir nedeni.
2. İşçilerin iklim planlarına dahil edilmesi
Sektör iklim uyumunu hâlâ sadece “fabrika dayanıklılığı” olarak görüyor. Oysa iklim krizinden en çok etkilenenler tedarik zincirindeki insanlar: Dikiş atölyeleri, boya evleri, pamuk tarlaları, iplik fabrikaları…İklim uyumu işçiyi merkeze almadıkça adil bir dönüşümden söz etmek mümkün değil.
3. Marka yatırımının hızlanması
Kömürden çıkış için gerekli teknolojilerin çoğu zaten erişilebilir. Dolayısıyla bahane yok; eksik olan tek şey fon. Üstelik sektörün toplam değeri 1,77 trilyon dolar; birçok imzacı markanın geliri 10 milyar doların üzerinde. STK’ların mesajı burada çok net:
“En derin ceplere sahip markalar, en büyük sorumluluğa sahip olanlardır.”
COP30 Moda İçin Ne Anlam İfade Ediyor?
COP30, moda sektörüne üç soruyu yüksek sesle soruyor.
Gerçek iklim liderliğini üstlenecek misiniz, yoksa yalnızca bildirileri mi imzalayacaksınız?
Küresel çağrılardan, yerel politika baskısına geçmeye hazır mısınız?
İşçileri ve tedarikçileri eşit paydaşlar olarak tanıyacak mısınız?
Hem STK’ların eleştirileri hem de Fashion Charter’ın çağrıları, bir gerçeği net biçimde ortaya koyuyor: Moda sektörü iklim krizinin seyircisi değil, hızlandırıcısıdır. Dolayısıyla dönüşümde de belirleyici aktör olmak zorundadır.
Bu sektör; kültürü, ekonomiyi, üretimi ve tüketimi şekillendiren küresel bir güç. Bu nedenle iklim krizinin çözümünde de sadece “destekleyen” değil, “yön veren” bir rol oynaması bekleniyor.
Eğer COP30’dan sonra da sektör küresel iklim politikasının kıyısında kalırsa, bu yalnızca iş modelinin riskini artırmayacak, aynı zamanda milyonlarca işçinin yaşamını ve gezegenin geleceğini doğrudan tehlikeye atacaktır.
Artık eksik olan şey teknoloji veya bilgi değil. Eksik olan şey iradedir.
Yorumlar