Moda endüstrisi uzun zamandır “yeni” olanı par daha da parlatıyor. Parlak yüzeyler, lekesiz kumaşlar, seri üretimin pürüzsüz kusursuzluğu… Oysa gerçek hayat öyle değil. Giysiler yaşar; kırışır, kirlenir, yıpranır, iz taşır. Barbican’ın Dirty Looks: Desire and Decay sergisi tam da bu gerçeği merkeze alarak, “güzel” ve “değerli” tanımlarını yeniden sorgulatıyor.
Sergi, 60’tan fazla tasarımcıdan yaklaşık 120 parçayı bir araya getiriyor ve tek bir ortak cümle kuruyor: Kusur, bir hata değil; bir anlatıdır. Üstelik bu anlatı, yalnızca estetik bir meydan okuma değil; aynı zamanda modanın atık krizine, malzeme bağımlılıklarına ve tüketim hızına dair güçlü bir eleştiri.
“Yeni” Olmanın Tek Yolu Bu Mu?
Dirty Looks, gardırobumuzun en çok sakladığı şeyleri vitrine çıkarıyor: lekeler, aşınmalar, yıpranmışlık ve organik bozulma. Sergi; atık akışından dönüştürülmüş, yeniden amaçlandırılmış, rejeneratif ve doğal malzemelerle üretilmiş parçaların önemini vurgularken, her bir giysinin “temizlenmiş” değil, yaşanmış bir hikâye taşımasına da izin veriyor.
Bu yaklaşım, modanın yıllardır pazarladığı “mükemmel yeni ürün” fikrini ters yüz ediyor. Çünkü bugün mesele artık şu:
“Kıyafet gerçekten ne zaman değer kazanır?”
“Satın alındığında mı, yoksa bir hayatın tanığı olduğunda mı?”
Serginin Kalbinde Çürüme Var. Ve Bu, Şok Etmek İçin Değil
Dirty Looks’un en çarpıcı tarafı, “kirlilik” temasını yalnızca provokasyon olarak kullanmaması. Burada kir, çürüme ve oksitlenme; birer konsept değil, malzemenin dili.
Hussein Chalayan: Toprağın İçinden Çıkan Moda Hafızası
Sergide, Hussein Chalayan’ın Central Saint Martins’teki 1993 mezuniyet koleksiyonundan gömülmüş, çürümüş ve oksitlenmiş giysilerden oluşan bir yerleştirme yer alıyor. Moda burada bir ürün olmaktan çıkıp, adeta bir arkeolojik bulguya dönüşüyor: Zamanın ve toprağın tasarıma müdahalesi, insan eli kadar “yaratıcı” bir güç oluyor.
Solitude Studios: Bataklıkta Boyanan SS26
Kopenhag merkezli Solitude Studios, SS26 koleksiyonunu bir bataklığa daldırarak doğal boyanma özelliklerinden yararlanıyor. Sonuç: Kumaşın rengi yalnızca bir “renk kartelası” seçimi değil; coğrafyanın, suyun, toprağın ve orada yaşayan insanların hikâyesi.
Piero D’Angelo: Yaşayan Sistemlerle Moda Mümkün Mü?
Sergide, Piero D’Angelo’nun Physarum Polycephalum (sümüksü küf / slime mould) ile yaptığı biyotasarım deneyleri de var. Bu işler, modaya şu soruyu sorduruyor:Giysi “üretilen” bir şey olmak zorunda mı, yoksa “büyütülen” bir şeye dönüşebilir mi?
IAMISIGO: Toprakla Yeniden Bağ Kurmak
Nijeryalı marka IAMISIGO, kil ile boyanmış ağaç kabuğu kumaşı gibi doğal malzemeler ve boyama pratikleriyle, sömürgecilikle koparılan “toprakla bağ”ı onarmayı bir estetik tercih değil, kültürel bir tamir eylemi olarak konumluyor.
Alice Potts: İnsan Terinden Giyilebilir Sanat
Biyo-tasarımcı Alice Potts, “kir” ve “arzu” temasını radikal bir yerden ele alıyor: insan terini kristalleştirerek giyilebilir bir yüzeye dönüştürüyor. “Dirty Looks” kapsamında, bir Madame Grès haute couture elbise, terden elde edilen kristallerle dönüşüyor. Burada hijyen algısı, beden politikası ve “temiz güzellik” miti aynı anda sorgulanıyor.
Bu Sergi Ne Söylüyor? Moda İçin Bir “Gelecek Provası”
Dirty Looks’un asıl gücü şu: Modanın geleceğini, yalnızca geri dönüşüm ve teknoloji başlıklarına sıkıştırmıyor. Aynı zamanda duygusal, kültürel ve etik bir dönüşüm öneriyor.
Atık, saklanacak bir utanç değil; tasarımın başlangıç noktası olabilir.
Yıpranmışlık, değersizleşme değil; birikmiş değer anlamına gelebilir.
Malzeme seçimi, sadece performans değil; dünya ile kurduğumuz ilişkinin aynasıdır.
Kusursuzluk ideali, seri üretimin pazarlama dili; insanın gerçeği değil.
Ve belki de en önemlisi: Sergi, modanın “iyi niyetli” sürdürülebilirlik vaatlerinden öteye geçip, gerçekten rahatsız edici bir soruyu masaya koyuyor:
Neden hâlâ yeni olanı, yaşanmış olana tercih ediyoruz?
“Kir” Burada Bir Kusur Değil, Bir Direniş
Dirty Looks, modanın yıllardır parlatmaya çalıştığı yüzeyi çiziyor. Bu çizik, bir skandal değil; bir açıklık. Çünkü sistemin yarattığı atığı, bedenin ürettiği izi ve zamanın bıraktığı eskimeyi “gizlemek” yerine görünür kılıyor.
Bu sergi bize şunu hatırlatıyor:
Giysiler sadece giyilmez; yaşanır. Ve belki de sürdürülebilirliğin en dürüst başlangıcı, tam da burada: Yaşanmış olana yeniden değer vermekte.
Yorumlar