“Canlılarla iş birliği” yaparak doğayla “yan yana” değil, doğanın bizzat kendisiyle birlikte üreten Japon çağdaş sanatçılardan biri.
Kiku-ishi (Ammonit) (2016–2017)
İnsanlık sahneye çıkmadan çok önce gezegenin ritmi ammonitlerle akıyordu; bugünse onların uzak akrabası sayılabilecek ahtapot okyanusların derinliğinde yaşamını sürdürüyor. Inomata, kabuğunu evrimle geride bırakmış bu canlıya, sanatın diliyle “zamanda geri” bir yolculuk ihtimali açıyor: Kaybolan bir formun hayalini, yaşayan bir bedende yeniden kuruyor.
Keşiş yengeçlerine bir “sığınak” vermesek mi?
Inomata’nın canlılarla iş birliği fikri, Tokyo’daki eski Fransız Büyükelçiliği binasıyla kesişen bir sergi deneyiminde belirginleşiyor. Bir yapının üzerinde yükseldiği toprağın zamanla el değiştirebilmesi; aidiyet, kimlik ve “kime aitsin?” sorusunu mimari bir gerçekliğe dönüştürüyor. Sanatçı da tam bu eşikten ilerliyor: Keşiş yengeçleri için farklı ülkeleri ve mimari karakterleri çağrıştıran kabuklar tasarlayarak, göçün ve kimlik değişiminin bazen dış yüzey üzerinden okunmasına —ve bunun yarattığı yargıya— dikkat çekiyor.
Bu seride odağa para giriyor; ama sadece bir araç olarak değil, bir inanç sistemi gibi. Inomata, etkili iktisat figürlerinin 3B portrelerini kurguluyor; onları istiridyelerin içine yerleştirerek zamanla inciye dönüşen görüntüler oluşturuyor. Deniz tabanına doğru ağır ağır ilerleyen kabuklar, modern kapitalizmin ağırlığını ve insanın doğal kaynaklarla kurduğu bağımlı ilişkiyi sessizce hatırlatıyor.
Sanatçı burada “bagworm” (torbalı güve larvası) ile birlikte çalışıyor: Onlara kumaş parçaları sunuyor ve kendi “dış giysilerini” kurmalarına alan açıyor. Dişilerin yaşamlarının büyük bölümünü bu korunak içinde geçirmesi, erkeklerin ise dönüşümle birlikte onu terk etmesi; toplumsal cinsiyet rolleri, kalıcılık ve görünmez emek gibi kavramları doğanın içinden okunabilir hale getiriyor.
Ben köpeğimin tüyünü giyiyorum, köpeğim de benim saçımı giyiyor (2014)
İnsan–evcil hayvan ilişkisinin romantik tarafı kadar asimetrik tarafı da var. Inomata, yıllara yayılan bir biriktirme süreciyle hem kendi saçını hem köpeğinin tüylerini topluyor; iki ayrı palto üreterek bu ilişkiyi somutlaştırıyor. Ortaya çıkan şey bir “sevgi hikâyesi”nden çok, birlikte yaşama düzenimizin adaleti ve etik sınırları üzerine düşünmeye çağıran bir ayna gibi çalışıyor. Aynı zamanda insan merkezli bakışın, ekolojiyi kendi estetik beklentilerine göre biçimlendirme eğilimini de sorguluyor.
Her sanatçının temas ettiği kitle farklı olabilir; ama iyi işlerin ortak paydası aynı yerde buluşur: Dünyayı, hazır kalıplar tarafından daraltılmadan yeniden görmeye imkân vermek.
Bu yaklaşım nereden geliyor?
Inomata, yoğun beton dokulu bir Tokyo’da büyürken, yeşilin bol olduğu bir ilkokul deneyimi yaşamış. Bu iki dünyanın yan yana durması. İnsan yapımı olanla doğal olanın keskin karşıtlığı. Onda sürekli bir soru bırakmış: Aradaki kopukluğu nasıl görünür kılabiliriz, hatta nasıl onarabiliriz?
Bugün bu soruyu, “insan olmayan” canlılarla kurduğu üretim ortaklıklarıyla sürdürüyor. Titiz 3B tasarım tekniklerini, canlıların davranışı ve biyolojisiyle yan yana getirerek; insan–hayvan ilişkisinin karmaşık doğasını, insanı merkeze yerleştiren alışkanlıklarımızı ve kontrol arzumuzu tartışmaya açıyor. İşleri, benzersiz olma iddiasından çok; empati kurmaya, yavaşlamaya ve çevremizdeki dünyayı yeniden okumaya alan açmasıyla ayrışıyor.
“Canlılarla iş birliği” kulağa şiirsel gelse de etik sınır meselenin merkezinde
Bu soruyu sormadan bu işleri “iyi niyetli” diye geçmek kolay; ama Inomata’nın dünyasında asıl gerilim zaten burada başlıyor: Bir canlıyla “iş birliği” dediğimiz şey, gerçekten eşit bir ortaklık mı; yoksa estetik bir fikrin canlı bedeni üzerinden kurulması mı?
Inomata’nın üretimleri çoğu zaman canlıya bir şey “yaptırmak”tan çok, canlının zaten var olan davranışına bir alan/nesne öneriyor. Keşiş yengecinin kabuk değiştirmesi gibi doğal bir döngü, sanatın müdahale edebileceği bir eşik haline geliyor. Bu yaklaşım, teoride zararı azaltan bir çerçeve sunuyor: canlı zorlanmıyor, yönlendirilmiyor; bir seçenekle karşılaşıyor.
Yine de şunu unutmamak gerekiyor: “Zararsız” otomatik bir sonuç değil. En iyi niyetli işlerde bile risk doğurabilecek şeyler var. Yeni bir nesneyle karşılaşmak canlının davranışını değiştirebilir, stres yaratabilir. 3B baskı bir kabuğun ağırlığı, iç yüzeyindeki sürtünme, kenarlarının sertliği; hareketi zorlaştırabilir ya da fiziksel sorunlara yol açabilir. Koşullar (bakım, su kalitesi, sıcaklık, taşıma) doğru yönetilmezse “iş birliği” dediğimiz şey, görünmez bir baskıya dönüşebilir. Üstelik kısa süreli gözlemler, uzun vadeli etkiyi her zaman anlatmaz.
Bu yüzden bu tür çalışmalar, sadece “kavramsal” değil, aynı zamanda etik bir testtir. İzleyici olarak bakmamız gereken yer de tam burası: Sanatçı süreci ne kadar şeffaf kuruyor?
Canlının seçme özgürlüğü var mı?
Güvenli malzeme kullanımı, uzman danışmanlık, bakım protokolleri gibi pratikler işin parçası mı?
Canlılar bir “malzeme”ye mi dönüşüyor, yoksa gerçekten kendi ritmiyle var olabildiği bir alan mı açılıyor?
Belki de Inomata’nın işlerinin en güçlü yanı, bize tek bir cevap vermemesi: Doğa ile aramızdaki ilişkinin ne kadar kırılgan olduğunu, “yakınlık” sandığımız şeyin bazen ne kadar problemli olabileceğini hatırlatması.
Ve izleyiciyi şu soruya geri çağırması: Birlikte yaşama fikrini savunurken, sınırı nerede çiziyoruz?
Sen bu işleri nasıl yorumluyorsun?
Sence Inomata’nın asıl sorusu “kimlik” mi, “etik” mi, yoksa “birlikte yaşama” fikri mi?
Yorumlar