Moda’nın Psikolojisi Olur Mu? - Psikolog Rana Kutvan ile Keyifli Bir Röportaj
BiModaHayat
26 Eyl
8 dakikada okunur
Moda’nın Psikolojisi Olur Mu?
Moda sadece giydiklerimiz midir, yoksa kim olduğumuzun sessiz ama güçlü bir ifadesi mi?
Psikolojinin derinlikleriyle birleştiğinde moda, artık yalnızca bir estetik tercih olmaktan çıkar; özgüvenimizi, kimlik algımızı ve hatta toplumsal rollerimizi şekillendiren güçlü bir araç haline gelir. İşte bu kesişim noktasında karşımıza çıkan bir alan var: Moda Psikolojisi.
Türkiye’de bu alanın öncülerinden biri olan Psikolog Rana Kutvan, hem akademik hem de kişisel yolculuğuyla modanın psikolojik boyutlarını araştırıyor. Moda ile psikolojinin nasıl buluştuğunu, kıyafetlerimizin iç dünyamız ve toplumsal ilişkilerimizle nasıl bağ kurduğunu merak edenler için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Rana Hanım, Neden Moda Psikolojisi? Sizi “Moda Psikolojisi” alanına çeken kişisel motivasyon neydi?
Çocukluktan beri hayatta iki tutkum var, moda ve psikoloji. Türkiye’de İstasyon Sanat Akademisi’nde moda, Amerika’da City University of New York’ta psikoloji eğitimi görmüş biri olarak, moda psikolojisine olan ilgim, kıyafetlerin sadece estetik bir tercih değil, aynı zamanda bireyin öz-değeri, kimlik algısı ve duygusal dünyasıyla yakından ilişkili olduğunu fark etmemle başladı.
2008 yılında Türkiye’nin psikoloji ve modayı ilk kez bir araya getiren merkezi Karakter A’yı kurdum. 2008 yılından beri moda psikolojisiyle ilgili çalışmalar yapıyorum.
Rana Kutvan - Moda Psikolojisi Kitabı
Moda Psikolojisi, psikolojinin Türkiye’de pek bilinmeyen bir dalı. İşte ben de moda psikolojisinin ülkemizdeki bilinirliğini artırmak için kolları sıvadım hem “Moda Psikolojisi” isimli bir kitap yazdım, hem de Türkiye’nin ilk moda psikolojisi akademisi olan “Moda Psikolojisi Akademisi”ni kurdum.
Moda psikolojisine olan yolculuğunuzun arkasında böylesine güçlü bir motivasyon olduğunu görmek çok ilham verici. Bu noktada en temel soruya gelirsek; “Moda Psikolojisi nedir, ne değildir?”
Moda psikolojisi, uygulamalı psikolojinin bir dalı olup, moda ve insan davranışları arasındaki ilişkiyi anlamak ve açıklamak için psikolojik teorileri ve ilkeleri kullanır. Moda psikolojisi, modanın bireyler ve bir bütün olarak toplum üzerindeki psikolojik etkisini analiz etmemizi sağlar.
Peki Moda Psikolojisi ne değildir?
Moda psikolojisi, “ne giyilmeli?” sorusuna stil önerileriyle cevap veren bir alan tabii ki değildir. Moda psikolojisi “giyim üzerinden karakter analizi “ gibi anti bilimsel konularla ilgilenmez. Moda psikolojisi, giydiklerimizi neden giyiyoruz, giyimin birey ve toplum üzerindeki psikolojik etkileri nelerdir gibi soruları psikoloji biliminin yöntemleriyle inceleyen bir alandır.
Tüketici davranışları, alışveriş bağımlılığı, giyim seçimlerimizin birbirimizi algılama ve yargılama şeklimiz üzerindeki etkileri, moda ve beden algısı ilişkisi moda psikolojisinin konuları arasındadır. Küresel iklim krizinin baş gösterdiği çağımızda, modanın çevreye verdiği zararların psikolojimiz üzerindeki yansımaları, eko-anksiyete, sürdürülebilirlik ve yavaş moda gibi konular da moda psikolojisinin incelediği durumlar olmak zorundadır.
Siber psikoloji ve moda ilişkisi, dijital platformlarda giyim tercihlerinin psikolojik boyutları da çağdaş araştırma alanları arasındadır. Moda psikolojisi araştırmaları sayesinde, moda markaları tüketicilerin kıyafet seçimlerinin arkasındaki duygusal tetikleyicileri ve motivasyonları daha iyi anlayabilir. Moda psikolojisi trend gelişimlerinin de analiz edilmesini sağlayabilir.
Bir alanı kitaba dönüştürmek, özellikle de dünyada hâlâ gelişmekte olan bir alanı, kolay olmasa gerek. Yazım sürecinizde hangi zorluklar ya da kırılma anlarıyla karşılaştınız?
Moda psikolojisi dünyada da, ülkemizde de henüz emekleme çağında bir alan. Giyinmenin insanların hayatındaki önemine rağmen konu hakkında çok az ampirik araştırma yapılmış durumda. Belki bunun nedenlerinden biri modanın genelde çoğu insan tarafından hafife alınması ve yapay bir kavram olarak algılanmasıdır. Ancak hayatın bir çok alanına nüfuz eden moda son derece önemli bir konu olup psikoloji de dahil olmak üzere, ekonomi ve sosyoloji gibi birçok farklı disiplinle ilişkilidir. Kıyafetlerimiz adeta ikinci derimiz gibidir ve cildimize temasları bizi hem fiziksel hem de psikolojik olarak etkiler. Moda psikolojisi hakkında çok fazla araştırma yapılmamış olması kitabımı yazarken beni biraz zorladı açıkçası.
Benlik, Persona ve “Enclothed Cognition”
Kıyafetlerin psikolojimiz üzerindeki etkisinden söz ederken, bu etkinin başlangıç noktasını merak ediyoruz. Giysi–özgüven ilişkisinde nedensellik nerede başlıyor?
Bu sorunuza yapılan bir araştırmayla cevap vermek istiyorum.
Enclothed Cognition yani "Örtülü Biliş" kavramı kıyafet seçimlerimizin ruh halimizi, davranışlarımızı ve hatta performansımızı etkileyebileceği fikrine dayanır. Adam ve Galinsky, 2012 yılında gerçekleştirdikleri"Laboratuvar Önlüğü Araştırması” olarak bilinen araştırmada, örtülü biliş bakış açısını test etmişlerdir. Söz konusu araştırmada iki farklı denek grubuna laboratuvar önlüğü giydirilerek bazı görevler yapmaları istenmiştir.
Gruplardan birine giydikleri önlüğün doktor önlüğü olduğu söylenirken, diğer gruba giydikleri önlüğün bir ressam önlüğü olduğu söylenmiştir. Doktor önlüğü giydiklerini düşünen denekler kendilerine verilen göreve bir doktor ciddiyetiyle yaklaşıp, diğer gruba oranla daha iyi bir performans sergilemişlerdir. Bu araştırmanın da ortaya koyduğu gibi, giydiğimiz kıyafetler önce kendimize dair algımızı, ardından da çevremizdeki insanların bize yönelik duygu ve düşüncelerini etkiler. İngilizce’de kullanılan “dress the part” (role uygun giyinmek) ifadesi de moda psikolojisiyle doğrudan ilişkilidir. İnsanlar, “oynamak” istedikleri role uygun şekilde giyindiklerinde, o rolün gerektirdiği davranış kalıplarını benimsemeye başlarlar. Örneğin, iş dünyasına uygun profesyonel bir tarzda giyinen bir çalışan, bulunduğu pozisyonun beklentilerine uygun davranışlar sergileme eğilimindedir.
Buradan hareketle, giysi–özgüven ilişkisinde nedensellik çift yönlüdür:
İçselden dışsala: Kişi kendini güçlü hissettiği için belirli kıyafetleri seçer.
Dışsaldan içsele: Seçilen kıyafet, kişide güçlülük hissini pekiştirerek özgüveni artırır.
Giyimle kendimizi ifade ederken aslında sürekli bir persona yaratıyoruz. Bu kimi zaman özgürleştirici bir deney alanı olabiliyor; ama kimi zaman da sadece kabul görmek için sürdürülen bir maske haline gelebiliyor. Burada sağlıklı kimlik denemeleriyle ‘mış gibi yapma’ arasındaki çizgiyi nasıl ayırt edebiliriz?
Giydiklerimiz bazen iç dünyamızın bir ifadesidir, bazen de personamızın bir yansımasıdır. Moda tam da bu iki alan, yani kişinin iç dünyası ve topluma sunulan personası arasında bir köprü işlevi görür. Jung’un arketiplerinden olan persona "maske" anlamına gelen Latince bir kelimeden türetilmiştir. Kelimenin aslı antik Yunan tiyatrosunda oyuncuların sahnede kullandıkları maskelere dayanmaktadır. Jung’un analitik psikoloji kuramında persona, dış dünyaya kendimizi sunduğumuzda takındığımız maskeler olarak tanımlanır.
Moda psikolojinde, dış dünyaya yansıtmak istediğimiz personayı kıyafetlerimiz aracılığıyla oluştururuz. Moda üzerinden kimliğimizi inşa ederiz. Tıpkı bir tiyatro oyununda, ya da bir filmde rol alırmışçasına, giydiğimiz giysiler aracılığıyla oynamak istediğimiz role bürünürüz. Role uygun giyinme günlük hayatta da karşımıza çıkan bir kavramdır. William Shakespeare’in “Bütün dünya bir sahnedir, ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu” lafından yola çıkacak olursak hepimiz kendi hayatımızın tiyatrosunda ya da filminde farklı farklı roller oynarız.
Kıyafetler bir insana birçok farklı kişiliğe bürünme fırsatı sunar. Kıyafetlerimizle olduğumuz, ya da olmak istediğimiz kişinin mesajlarını dış dünyaya iletiriz. Modanın bu "-mış gibi" yapma, aslında şu an olmadığımız ideal benliğimize giysiler aracılığıyla ulaşma çabası, bazı insanların modayı suni bulmalarının da ana nedenlerinden biridir belki de. Ama Jung’un da bize gösterdiği gibi dünyada ayakta kalabilmek için maskelere ihtiyacımız vardır.
Kıyafetler bir insana birçok farklı kişiliğe bürünme fırsatı sunar. Moda aracılığıyla kendimizi dış dünyaya daha farklı bir şekilde tanıtabilir, daha zengin, daha cesur, daha sofistikeymiş gibi gösterebilir kısacası mış gibi yapabiliriz. Burada mış gibi yapmanın psikolojimize negatif etkisinin olup olmadığını belirlemekte temel ölçütümüz, içsel uyum ve özgünlük duygusu olabilir.
Erving Goffman
Erving Goffman’ın benlik sunumu kuramı, bireylerin dış görünüşleri aracılığıyla sosyal ortamda bir "performans" sergilediklerinden bahseder. YineGoffman’a göre sağlıklı kimlik denemeleri bireyde “kendim gibiyim” hissini artırırken, “mış gibi yapma” durumunda kişi giyimiyle rol yapıyor, kendine yabancılaşıyor ya da kendine ait olmayan bir kimliği taşıyormuş gibi hissedebilir. Yani kişinin kıyafetleriyle kendini ifade ederken “mış gibi yapma” olayına kendini fazla kaptırması, kişinin öz benliğine yabancılaşma riski içerebilir.
Beden Algısı, Moda Terapisi ve Klinik Etik
Beden algısı üzerine farklı psikolojik yaklaşımlar var — beden pozitifliği (bedenimi seviyorum), beden tarafsızlığı(bedenimle nötrüm, işlevine odaklanıyorum) ve koşulsuz kabul (bedenimle ilgili yargısız bir barış hali). Bunların her biri herkese aynı anda hitap etmiyor. Kimisi için ‘kendimi sevmeliyim’ baskısı ters tepebilir, kimisi için nötr yaklaşım daha sağlıklı olabilir. Bu noktada “Beden pozitifliği, tarafsızlığı ve koşulsuz kabul kavramları arasındaki farkları biraz açar mısınız?
Temelinde öz sevgi yaklaşımı bulunan beden pozitifliği hareketi,1960’ların sonunda New York’ta ortaya çıkmıştır. Hareketin ilk dalgası bu dönemde görülürken, ikinci dalga 1990’larda, üçüncü dalga ise sosyal medyanın etkisiyle 2010’lu yıllarda ivme kazanmıştır. Beden pozitifliği, toplumun ve popüler kültürün dayattığı “ideal beden ölçülerini” reddederek, tüm bireylerin olumlu bir beden imajına sahip olmayı hak ettiği görüşünü savunan toplumsal bir harekettir.
Bedenin kabulü söz konusu olduğunda tartışmalar genellikle iki yaklaşım etrafında şekillenir: beden pozitifliği ve beden tarafsızlığı. Beden pozitifliğini benimseyenler, bedenin şekli, boyutu, rengi, cinsiyeti ya da yeteneği fark etmeksizin onu sevmeyi önemserler.
Dr. Albert Ellis
Buna karşılık, beden tarafsızlığını savunanlar, bedeni sevmekten ziyade onun işlevlerini ve neler yapabildiğini takdir etmeye odaklanır. Beden pozitifliğine yönelik eleştiriler ise, bu hareketin bireyleri bedenlerini sevmeye zorladığı ve bunun da bazı kişiler için baskı yaratabileceği yönündedir. Bu bağlamda beden tarafsızlığı savunucuları, kişinin bedenini mutlaka “sevmek” zorunda kalmadan, onu olduğu gibi kabul etmesinin psikolojik açıdan daha sağlıklı bir yaklaşım olabileceğini öne sürmektedir. Ancak neden kıyafetlerin olası pozitif etkilerinden yararlanmak için belli bir vücut tipinde olmamız gerektiğini düşünelim ki?
Modanın senelerdir yanlış bir şekilde dikte ettiği sözde ideal vücut ölçülerini kabul etmeyerek, bedenimizi olduğu gibi kabul etmeyi bir yaşam tarzı haline getirebiliriz. Tam da şu anki halimizle hem hayatın, hem bedenimizin, hem de modanın keyfine varabiliriz. Psikolojide bu kabul haline “koşulsuz kendini kabul”deniyor.
Koşulsuz kendini kabul, Dr. Albert Ellis tarafından geliştirilen Rasyonel (Akılcı) Duygucu Davranışçı Terapi çerçevesinde yapılandırılmış bir kavramdır. Ellis’e göre koşulsuz kendini kabul, özellik, karakter, başarı, amaç, sosyal olarak onaylanmaya ihtiyaç duymaksızın kişinin kendini kabul etmesidir
Sürdürülebilir Moda ve Tüketici Psikolojisi
Bugün hızlı modanın çevresel zararları daha çok konuşuldukça, tüketicilerde suçluluk duygusu ve hatta ‘eko-anksiyete’ giderek artıyor. Bir yandan alışveriş yapma isteği sürerken, diğer yandan gezegen üzerindeki etkiler fark edilince karar verme süreci psikolojik bir yük haline geliyor. Bu noktada insanlar ‘iyi hissetmek’ için sürdürülebilir ürünlere yöneliyor. Ancak bu tercihler her zaman samimi bir farkındalıkla değil, markaların pazarlama diliyle de şekillenebiliyor. Kimi zaman tüketici, aslında gerçekçi bir çözüm olmayan ama ‘vicdan rahatlatan’ seçimlere yönlendiriliyor. Hızlı moda karşısında suçluluk ve eko-anksiyete duyguları tüketici davranışlarını nasıl etkiliyor?
Moda koleksiyonlarının iki ayrı sezonda gösterilmesi geleneği Fransız Kralı XIV. Louis döneminde başlamıştır. Ancak günümüz hızlı moda markalarının baş döndürücü bir şekilde değişen ürün sirkülasyonuna artık yetişemez durumdayız. Bu tip markaların ürünleri öyle bir hızla tüketiliyor ki bugün mağazada beğendiğiniz herhangi bir ürünü, ertesi gün yine aynı mağazada bulmak nerdeyse imkansız bir hale geliyor.
Moda sürekli üretime ve tüketime dayalı bir sektördür. Sosyal medyanın olmadığı bir döneme oranla moda günümüzde daha da büyük bir hızla değişmekte. Bildiğiniz gibi mikro- trendler nerdeyse ayda bir değişen ve özellikle TikTok’tan yayılan moda trendleri.Mikro-trendlerle birlikte hayatımıza giren bir başka kavramsa ultra hızlı moda. Bazı markalar her gün binlerce yeni tasarım çıkararak hızlı modayı yeni bir boyuta ulaştırmış durumdalar.
Ucuz giysi üretimi büyük miktarda su, enerji ve hammadde gerektirdiğinden hızlı moda, dünyadaki kaynakları inanılmaz derecede tüketen bir yapıya sahiptir. Bunun yanı sıra hızlı moda, durmadan değişen trendleri ve koleksiyonlarıyla insanları sürekli satın almaya teşvik ettiğinden tüketimin artmasına da yol açar. Hızlı modaya uyum sağlamaya çalışmak tüketicide tatminsizlik ve yetersizlik hislerini ortaya çıkarabilir. Trendleri yakalama isteği bilişsel uyumsuzluğa da yol açabilir.
Bilişsel uyumsuzluk birbiriyle çelişen inanç veya değerlere sahip olunduğunda yaşanan zihinsel rahatsızlık anlamına gelir. Yani bilinçli bir tüketici hem hızlı modanın çevreye verdiği zararların farkında hem de hızlı moda markalarından alışveriş etmenin ona verdiği hedonik iyi oluş halinin peşindedir. Bu da tüketicinin bilişsel uyumsuzluk yaşamasına yol açar. Hissettiği bilişsel uyumsuzluk yüzünden kişi, hızlı moda tüketicisi olmasını rasyonelleştirme yoluna gidebilir, ya da hızlı modanın çevreye verdiği zararı görmezden gelebilir.
Tüketimin hızına karşı bir alternatif olarak ortaya çıkan yavaş moda, sadece çevresel değil psikolojik bir etki de yaratıyor.Bu noktada yavaş moda ve psikoloji ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?
Fast food olarak tabir edilen yiyeceklerin, çok fazla tüketildiğinde bizlere iyi gelmeyeceği artık hepimizin malumu. İşte tıpkı fast food gibi hızlı moda da hem dünyamıza hem de psikolojimize iyi gelmemekte. Yavaş yemek (slow food) hareketinin ideallerinden uyarlanan yavaş moda hareketi, ilk olarak Kate Fletcher tarafından 2007'de ifade edilmiştir.
Yavaş moda niteliği nicelikten üstün tutar ve tüketicilerin daha az giysiyi daha az sıklıkla satın almalarını sağlar. Vivienne Westwood’un 2013 yılında Londra Moda Haftasında söylediği “daha az alın, iyi seçim yapın” lafı yavaş moda akımının mottosu gibidir.
Yavaş moda, marka uygulamalarına ve tüketicinin alışveriş alışkanlıklarına odaklanmaktadır. Amacı özellikle tüketimi ve üretimi azaltmayı hedeflemektir. Hızlı moda markalarından alışveriş ettiği için kendini suçlu hisseden insanlar, yavaş moda akımı sayesinde bu suçluluk duygusundan kurtulabilirler. Gezegenimizin refahı için doğru alışveriş tercihleri yaptığımızı bilmek kendimizi iyi hissetmemize yol açabilir.
Yavaş moda aynı zamanda FoMO konusunda bize yardımcı olabilir. FoMO İngilizce “fear of missing out” kelimesinin baş harflerinden oluşturulmuş bir kısaltmadır.
Psikoloji literatüründe FoMO ‘ sosyal medyadaki gelişmeleri kaçırma korkusu’ olarak geçmektedir. FoMO artık moda ile de ilişkilendirilen bir kavram haline gelmiş bir durumda. TikTok gibi sosyal medya platformlarının da etkisiyle başta Z kuşağı olmak üzere çoğu insan en son moda trendlerini kaçıracaklarına dair endişe duyuyorlar, bu da daha fazla tüketime yol açıyor. Yavaş moda sayesinde, FoMO’dan yani sürekli trendlerin gerisinde kalıyormuşuz korkusundan kurtulabiliriz. Alışverişlerimizi modaya göre değil stilimize göre yapabiliriz. Yavaş moda, kıyafetlerle daha anlamlı ilişkiler kurmamıza yol açabilir.
Bu keyifli sohbet, moda ve psikolojiyi bir araya getiren yeni perspektiflerin kapılarını araladı. Moda Psikolojisi Psikolog Rana Kutvan ’ın anlattıkları, kıyafetlerimizin yalnızca estetik bir tercih olmadığını; kimliğimiz, özgüvenimiz ve hatta duygusal dünyamızla güçlü bağlar taşıdığını gösteriyor. Moda Psikolojisi, yalnızca bireysel algımızı anlamakla kalmıyor, aynı zamanda tüketici davranışlarından sürdürülebilir modaya uzanan geniş bir perspektif sunuyor. Sosyal medyada, hızla değişen trendlerin ve “mükemmel” beden idealinin baskısı altında kendimizi sıkışmış hissediyorsak, bu röportaj, modaya ve kendimize dair farkındalık yaratmanın önemini bir kez daha hatırlatıyor.
Rana Kutvan’a bu keyifli röportaj için çok teşekkür ederiz.
Bain & Company ve Altagamma’nın Ortak Araştırması, Küresel Lüks Sektörünün Ekonomik ve Jeopolitik Belirsizliklere Rağmen Dayanıklılığını Koruduğunu Ortaya Koyuyor
İngiltere’de moda perakendecileri, uzun süredir bekledikleri işletme vergisi reformunun belirsizliğiyle karşı karşıya. Bütçe açıklamalarına yaklaşılırken, sektör büyük umutlar beslese de hükümetin atacağı adımların sınırlı ve geçici olabileceğine dair işaretler güçleniyor. Bu belirsizlik, kira, işçilik ve lojistik maliyetleriyle zaten baskı altında olan perakendeciler için kritik bir risk oluşturuyor ve yılın en kârlı döneminde stratejik planlama gerektiriyor.
İsveçli sürdürülebilir teknoloji şirketi Circulose, İngiliz perakendeci Marks & Spencer (M&S) ile iş birliği kurduğunu duyurdu. Bu ortaklık, M&S’yi Circulose’un Birleşik Krallık’taki ilk “Ölçeklendirme Ortağı” yaparken, moda endüstrisinde döngüsel malzemelerin kullanımını yaygınlaştırma hedefinde önemli bir adım olarak öne çıkıyor.
Yorumlar